19 Eylül 2014 Cuma

Minecraft 2.5 milyar dolara Microsoft’un

Ünlü Minecraft oyununun üreticisi İsveçli Mojang, 2.5 milyar dolara Microsoft’un oldu. Minecraft’in yaratıcısı Markus Persson ise ‘aldığı kararın parayla değil, akıl sağlığıyla ilgili olduğunu’ belirtti.

Özellikle 8-12 yaş arasında gençler tarafından sevilen ve oynanan Minecraft oyunu Microsoft tarafından satın alındı. İsveçli Mojang tarafından üretilen oyun bugüne kadar 54 milyon adet sattı.

Firmanın 3 kurucusu yapılan anlaşma gereği şirketten ayrılacaklarını açıkladı. 2009 yılında kurulan Mojang’ta yaklaşık 40 kişi çalışıyordu. PC sürümü bulunan oyunun aynı zamanda iOS ve Android platformlarında uygulamaları da var. Kısa süre önce Xbox ve PlayStation sürümü de piyasaya sürülen oyun gençler arasında çok popüler.

Microsoft’un resmi bloğunda duyurulan satın alma ile ilgili olarak firmanın CEO’su Satya Nadella açıklamalarda bulundu. Nadella bu satın almayı sadece bir birleşme olarak görmediğini belirtti ve Minecraft’ın açık bir platform olduğu konusuna vurgu yaptı. Minecraft’in yaratıcısı Markus Persson ise ‘aldığı kararın parayla değil, akıl sağlığıyla ilgili olduğunu’ belirtti.

Eleştirisel kimliğiyle öne çıkan bir programcı olan Persson, geçmişte Microsoft’u Windows 8 nedeniyle eleştirmişti. Persson, yazılım devini ‘PC’yi açık bir platform haline getirerek mahvetmeye çalışmakla’ suçlamıştı. Persson, Mart 2014’te, Minecraft’in görsel gerçeklik versiyonunu geliştirmek isteyen Oculus VR ile projeyi de iptal etmişti. İsveçli programcı, iptal kararını Oculus VR ile Facebook arasındaki işbirliğini göstermişti.

Persson, kendine ait blogda Minecraft takipçilerine bir mektup yazarak aldığı kararın sebebini açıkladı. Mektupta yer alan bazı ifadeler şu şekilde:

Kendimi gerçek bir oyun geliştiricisi olarak görmüyorum. Oyun yapıyorum çünkü bu hem eğlenceli hem de oyunları ve program yazmayı seviyorum. Ancak oyunları yaparken onların hit olmalarını veya dünyayı değiştirmelerini beklemiyorum. Minecraft gerçekten büyük bir hit oldu ve insanlar oyunları değiştirdiğini söylediler. Ancak amacım her ikisi de değildi. Bu kesinlikle gurur verici ve kamuda göz önünde olmak bir nevi ilginç geliyor. Birkaç hafta önce evde hasta bir şekilde otururken internette EULA (son kullanıcı lisans anlaşması) sebebiyle bana karşı bir nefret patlaması olduğunu gördüm. Kafam karıştı ve anlamadım. Ardından YouTube’da Phil Fish (video tasarımcısı) videosunu izledim ve destekçilerimle aramda olduğunu düşündüğüm bağın var olmadığını gördüm. Bir sembol oldum ancak bunu istemiyorum. Kamudaki imajımın biraz bozulduğunu gördükten sonra Monjang’dan ayrılmaya ve Ludum Dare ile küçük internet deneylerine dönmeye karar verdim. Eğer takip edildiğini gördüğüm bir şey üretirsem, muhtemelen anında iptal edeceğim. Hepinizi seviyorum. Minecraft’i bugün olduğu şey haline getirdiğiniz için teşekkür ederim. Ancak çok fazlasınız ve bu kadar büyük bir şeyden sorumlu olamam. Diğer yandan, Minecraft artık Microsoft’a ait. Daha büyük bir bakış açısından, o uzun bir zaman size ait oldu ve bu hiçbir zaman değişmeyecek. Bu para hakkında değil, benim akıl sağlığımla ilgili.

Türkiye'ye yatırım yapmak isteyenler Nota bakmayacak kadar bilinçller

Babacan: "Yatırım yapılabilir" notu olmadan da Türkiye'ye yatırımcılar geliyordu

Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bugün katıldığı İstanbul Finans Zirvesi'nde bir konuşma yaparak ekonomiye yönelik gelişmelere dair açıklamalarda bulunurken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kredi derecelendirme kuruluşları ile ilgili sözlerini de yorumladı.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının 2008-09 krizinden bu yana bir güvenilirlik kaybına uğradığını söyleyen Babacan, bu kuruluşların o dönemde iyi not verdiği bazı ülkelerin birer birer krize yenik düştüğünü hatırlattı.

Zirvedeki konuşmasının ardından BloombergHT'nin sorularını yanıtlayan Babacan, "Yatırımcılar da eskisi kadar bu kuruluşların verdikleri nota itibar etmiyor" dedi ve "Ancak bazı konularda yatırımcılar kendi iç işleyişleri gereği kredi notunu göz önüne alarak karar veriyorlar. Bunu da dikkate almak lazım" ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Katar ziyareti dönüşünde uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada Türkiye ekonomisinin önünde bir risk olmadığını ve derecelendirme kuruluşlarının siyasi açıklamalar yaptığını belirtmişti. "S&P ile ilişkilerimizi kestik" diyen Erdoğan, "Gerekirse Başbakan'a söylerim Fitch ve Moody's ile de ilişkileri keseriz" ifadelerini kullandı.

Babacan da kredi derecelendirme kuruluşları hakkında bugün "Bizim için önemli olan bu kuruluşların Türkiye'yi daha yakından ve objektif bir şekilde izlemeleri ve siyasetin ve ekonominin nabzını burada yerinden tutabilmeleri" dedi.

Türkiye'nin yatırım yapılabilir notunun daha yeni bir gelişme olduğunu da belirten Babacan, "O olmadan önce de yatırımcılar geliyordu. O yatırımcılar 'Türkiye'nin notu yok o yüzden ben gelmem' demiyordu ama kuşkusuz Türkiye'nin notunun artırılması kazanç sağlar. Bunu da dikkate almak lazım" ifadelerini kullandı.

"BDDK gerektiği adımı gözünü kırpmadan atar"

Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan son dönemlerde gündemde olan bankacılık konularına da değindi.

Babacan, "2008-09 krizi öncesinde sermaye yeterlilik rasyosunu kanuni olarak yüzde 8 diye belirlemiştik, fiilen yüzde 12 olarak uyguladık" diyerek, atılan bu adımların sonucu olarak sektörde oluşturulan sermaye yeterlilik rasyosunun "dünya standartlarında çok kuvvetli bir bünyeyi" işaret ettiğini belirtti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yine dün uçakta gazetecilere verdiği ifadelerde BDDK'yı Bank Asya konusunda göreve çağırarak hareket etmemesi durumunda "sorumlu olacağını" söylemişti. Erdoğan "BDDK kararını vermeli yoksa sorumlu olur. Taşıma suyla değirmen dönmez" ifadelerini kullanmıştı.

Babacan ise "Hangi adımın atılıp atılmayacağı BDDK'nın bağımsızca vereceği bir karardır" dedi.

"Banka bazında takip ve denetleme görevi BDDK'nın. Merkez Bankası'nın da görevleri var ama burada temel oyuncu BDDK'dır. Bankacılık kanunundaki maddeler çok açıktır, banka banka ne gerekiyorsa yapacaktır" diyen Babacan, Türkiye'nin bütün dünya tarafından tescil edilmiş sağlam bir bankacılık sektörü olduğunu sözlerine ekledi.

"Büyüme yüzde 3-4 aralığında gelir"

Ekonomik büyüme konusunda da yorumlarda bulunan Babacan, "İlk çeyrek herkesin tahminin iyi çıkmıştı, ikinci çeyrek ise daha düşük. İlk yarıya baktığımızda iç karartıcı bir tablo değil. Yılın tamamıyla ilgili beklentilerimiz olumlu. Dolayısıyla yüzde 3-4 aralığı oldukça emniyetli bir aralık olarak görünmekte. Tabii son tahminimizi resmen duyurmuş olacağız" dedi.

Babacan ekonominin neden yüzde 4 veya üzerinde büyümediği konusunda ise öncelikle ihracatta yaşanan beklentilerden düşük performansı gösterdi. Babacan, "Irak 2. büyük pazarımızdı fakat güvenlikle ilgili sıkıntılar ihracatın aksamasına neden oldu" derken, Avrupa'da yaşanan ekonomik yavaşlamanın da Türkiye'deki büyümeye olumsuz yönde etki ettiğini belirtti.

Cari açığa da dikkat çeken Babacan, "Cari açığı olan bir ülke olarak Türkiye için en önemli konular arasında dengeli büyüme geliyor" dedi. Babacan ayrıca Fed'in atacağı adımlar konusunda bir karamsarlık olmaması gerektiğini de belirtti.

18 Eylül 2014 Perşembe

Hazır Giyim totalde Otomotivi geçti

Otomotiv liderliği hazır giyime kaptırdı!

Türkiye'nin en önemli ihracat kalemi olan otomotiv sanayi, 6 aydır sürdürdüğü liderliğini ağustos ayında hazır giyim sektörüne kaptırdı

Ağustos ayında otomotiv sanayi ihracatı 1 milyar 268 milyon dolar olurken, hazır giyim sektörü 1 milyar 559 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi.

Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerinden derlenen bilgilere göre, Türkiye'nin lokomotif sektörlerinden olan otomotiv sanayi, şubat-temmuz ayları arasında ihracat rakamlarında liderliğini korudu. İhracat geliri aylık 2 milyar doların altına inmeyen otomotiv sektörü ağustos ayında yüzde 40'a varan bir düşüşle 1 milyar 268 milyon 663 bin dolar seviyesinde kaldı. Bu rakamla otomotiv sanayi, hazır giyim ve kimya sanayinden sonra 3. sırada yer aldı.

Otomotiv sektörünün en yakın rakibi olan hazır giyim sektörü ise ocak ayında elde ettiği en fazla ihracat yapan sektör liderliğini şubat ayında tekrar otomotiv sanayine kaptırdı. Temmuz ayına kadar en fazla ihracat geliri elde edilen ikinci sektör olan hazır giyim sektörü, ağustos ayında 1 milyar 559 milyon 583 bin dolarlık ihracatla kaptırdığı liderliği geri kazandı.

Ocak - ağustos dönemini kapsayan 8 aylık dönemde ise otomotiv sanayi liderliğini korudu. 8 aylık dönemde otomotiv sektörü 14 milyar 976 milyon 950 bin dolarlık ihracat geliriyle ilk sırada yer alırken, hazır giyim sektörü ise 12 milyar 715 milyon 250 bin dolarlık gelirle ikinci sırada yer aldı.

Taraf Gazetesi yazarı kaçak durumunda

Mahkeme Emre Uslu'nun zorla getirilmesini istedi

Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu'nun, İHH Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım'a, "basın yayın yoluyla iftira" suçundan 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmasına başlandı. Mahkeme, davetiyeye rağmen duruşmaya gelmeyen Uslu'nun bir dahaki celse zorla getirilmesine karar verdi.

Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu'nun, İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım'a, "basın yayın yoluyla iftira" suçundan 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmasına başlandı. Mahkeme, davetiyeye rağmen duruşmaya gelmeyen Uslu'nun bir dahaki celse zorla getirilmesine karar verdi.

Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, sanık Emre Uslu ile müşteki Bülent Yıldırım katılmazken tarafları, avukatları temsil etti.

Duruşmada söz alan Uslu'nun avukatı Veysel Ok, "Müvekkilim yurt dışında olduğu için duruşmaya katılamadı. Bir sonraki celseye hazır etmeye çalışacağız" dedi.

Mahkeme hakimi ise "Ne amaçla yurt dışında bulunuyor. Hangi ülkede?" diye sordu. Bunun üzerine Ok, "Kendisi akademik bir çalışma amacıyla Belçika'ya gitmiştir. Gerekirse talimatla ifadesi alınabilir" diye konuştu.

Yıldırım'ın avukatı Mehmet Talha Güvençer de suçun sabit olduğunu belirterek, "Sanık yurt dışına gitmişse de savunmadan kaçmaktadır. Hakkında yakalama kararı çıkarılsın" ifadelerini kullandı.

Mahkeme hakimi Hüseyin Kılıç, davetiyeye rağmen duruşmaya gelmeyen Uslu'nun bir dahaki celse zorla getirilmesine karar vererek, duruşmayı erteledi.

İDDİANAMEDEN

Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, Taraf gazetesinin 15 Ocak 2014 tarihli nüshasında, "El Kaide, İHH, tır vs..." başlığıyla bir haber yayımlandığı anlatılıyor.

Uslu hakkında, İHH'yı "silah kaçakçılığı" ile itham ettiği gerekçesiyle şikayette bulunulduğu aktarılan iddianamede, yapılan soruşturma neticesinde Uslu'nun, "İHH'nın Suriye 'de yaşanan iç savaş nedeniyle insani yardım adı altında bu ülkede faaliyet gösteren yasa dışı El-Kaide örgütüne yardım götürdüğü, istihbarat teşkilatının silah transferi işleminde yardım kuruluşlarını kullandığı, bu yardım kuruluşlarında da en çok öne çıkanın müşteki vakıf olduğunu" haberinde yazmak suretiyle yasa dışı terör örgütleriyle ilişkisi olduğu ve onlara silah temin ettiği yönünde ifadeler kullanarak, basın yayın yoluyla iftira suçunu işlediği aktarılıyor.

İddianamede, Emre Uslu'nun 1 yıl 3 aydan 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanması talep ediliyor

İlk insanlar yüzbinlerce yıl birlikte yaşadı biz 2 yüz yıl bile devam edemeyeceği galiba

Çare ilk insanlar...(Mı?)

Son yıllarda geliştirilen sosyolojik ve tarihsel kuramları referans alarak konuşursak, ilk insanların yaklaşık 7 kişiden oluşan küme topluluklarında yaşayıp yüzbinlerce yıl varlıklarını koruduklarını söyleyebiliriz. Aslında bakarsanız sevgili okuyucularım, bu toplumlar eşit toplumlardır. Fakat buraya dikkat edin, eşitlikçi değillerdir. Çünkü şurası bir gerçek ki eşitlikçilik bir siyasi felsefedir, eşitlik ise tamamen bir fiili durumdur. Eşitlikçilik eşit olmayan ve ast olanların eşitlik arayışları sonucu ortaya çıkar.

Bugün eşitlikçi felsefeyi savunan kimseler, eşitliğin yeniden dağıtımın ürünü olabileceğini söylerler. Bu yüzden yeniden dağıtım programları geliştirmektedirler. Refah devleti mesela yeni bir dağıtım sistemidir, Komünist sitem ise dağıtımın tamamen merkezi otoriteye bağlandığı ve piyasanın yok edildiği bir sistemdir. Dolayısıyla bu topluluklarda insanlar birbirlerinden çok farklılaşmamaktadırlar. Neden? Çünkü modern toplum yetenek farklılıklarının gelir farklılıkları yaratmasına izin veriyor. İlkel toplumlarda ise böyle bir şey kesinlikle yoktur. Yani ilkel toplumlarda eşitliğin yoğun olmasının sebebi iktisatçıların deyimiyle, iş bölümünün fazla olmamasıdır. Bu topluluklarda teknik bilgi ve becerisi olan insanlar birbirinden çok farklılaşmış değillerdir. Anlayacağınız bundan dolayı eşit bir toplum ortaya çıkmıştır.

Bu toplumlarda kararlar 2 farklı şekilde alınıyor: Aile içi kararlar ve kümeyi ilgilendiren kararlar diye. Aile içi kararlar tamamen ailede alınmaktadır. Araştırmalar gösteriyor ki yüzbinlerce yıllık ailelerde olan karar mekanizmasıyla şimdiki ailelerde olan karar mekanizması hemen hemen aynı, ne garip. Ama kümeyi ilgilendiren kararlar alındığı zaman, bireyler aşağı yukarı eşit şartlarla katılabiliyorlar bu karar alma sürecine. Küme başkanı ise, bugünkü anlamdaki başkan değil, sabit bir başkan da değil. Konuya bağlı olarak değişik kişiler öne çıkabiliyor. Rotasyona bağlı başkanlık gibi bir şey var bu toplumlarda, basit bir şey. Bir kişinin bir konuda daha iyi olduğu biliniyorsa bireyler ona itibar ediyor. Bu yüzden bu toplumlara basit eşitlikçi toplumlar deniyor.

Bu toplumlarda insanların itibarı esas itibariyle miras veya zor yoluyla elde ettikleri pozisyonun temelinde değil, bireysel meziyet temelinde ortaya çıkıyor. Mesela iyi bir avcıysanız, iyi bir toplayıcıysanız ya da başka bir konuda bilgisi yahut meziyeti fazla biriyseniz itibarlı oluyorsunuz. Bu toplumlarda merkeziyetçi bir karar vermek de söz konusu değildir. Eğer Marks'ın iddia ettiği gibi ilkel komünal bir toplum ve merkezi dağıtım söz konusu olsaydı kararların kaçınılmaz olarak merkezi olması gerekirdi. Ama bu küme toplumlarda böyle bir şey yok. Kuvvetli sayılabilecek bir bireysel otonomi var. Bu bireysel otonominin temeli, teknolojik bilgileri nispeten düşük seviyede olduğu ve küçük nüfusa yetişkin bireyler olduğu için iktisatçıların iş bölümü dedikleri şeyin ortaya çıkmamasıdır. Toplulukta iş bölümü olmadığı için bireylere kabileden çıkış özgürlüğü veriliyor. Eğer hoşlanmadığınız bir davranış biçimiyle karşılaşırsanız hiç kimsenin onayını almadan, siyaset projesinde çıkış hakkı denilen, hakkı kullanarak ayrılıp başka yerde yaşıyorsunuz. Bu da bireyler üzerinde merkezi bir otoritenin olmasını engelliyor. Özellikle de başarılı avcılar, meziyetli bireyler üzerinde. İyi mi?

Bir diğer konu, bireylerin silahlı güç ve fiziki güç bakımından birbirine yakın bir durumda olması. Toplumda görecekleri saygı bu güce de bağlı. Herkesin eşit silahlı olması birinin diğerine karşı keyfi güç kullanmasını engellemektedir, mükemmel bir şey. Yani küme içi zorbalığa karşı doğal bir fren mekanizması var.

Üçüncüsü, küme içerisindeki bireyler birbirlerine bağlı olmalıdırlar. Bunun ana sebebi güvenliktir. Tek başlarına kalırlarsa yaşam şansları azalır. Bu yüzden küme içi ihtilaflar azalır. Bu ilkel topluluklarda para olmadığı için bugünkü anlamda bir biriktirme mekanizması da yoktur.  Ama biriktirme mekanizmasının olmaması düşünülemez, insanın tabiatına aykırıdır. Kabile üyeleri aşağı yukarı eşit şartlarda avlanmaya gidiyorlar ama büyük bir ihtimalle eşit olmayan avlarla geri dönüyorlar. Şanslarına, koşma güçlerine, silah becerilerine vs. bağlı olarak bir kısmı ortalamadan az bir kısmı ortalamadan fazla elde ediyorlar. Yani bir eşitsizlik var. Ama bu ilkel topluluklarda, yiyecek fazlası olan kümelerden az olan kümelere bir aktarım yapılıyor.

Bu 3 şekilde açıklanıyor:

1- Karşılık beklemeksizin ihtiyaç giderme: Burada günümüzdeki gibi vericiler değil, alıcılar harekete geçiyorlar. Yani alıcılar hak iddia ediyorlar. Ayrıca ava gidenler topladıklarının mümkün olduğunca fazlasını tüketiyorlar. Bunun yanında fazla avı olanlar saklamaya da yöneliyorlar. Yani bu ilişkilerin tümü tek taraflıdır. Oysa bunlar serbest piyasadaki gibi çift taraflı, karşılıklı ve gönüllü olmazsa toplumsal yapıda eninde sonunda çözülme meydana gelir. Bu yüzden bu kümeler çabuk çözülüyor.

2- Zorbalıkla alınması: Bu zorlamaya muhatap olanlar potansiyel zorlamalarla karşılaşmamak için ikincisinde şiddet görmeden, hemen yiyeceklerini vermektedirler. Burada da paylaşım gönüllü olmadığı için ayrışmalar ve bölünmeler meydana geliyor.

3- Çıkar gözeterek paylaşım: Bu durumlarda paylaşım olmazsa gönüllülük de olmuyor. Paylaşımı yapan insanların bir şeyi verdiklerinde düşündükleri şudur: Eğer yarın ben de bu hale düşersem o da bana verecektir. Eğer bu bekleyiş karşılanmazsa bu müessese sürdürülemez. Aslında tasarruf yapılır, yemek paraya çevrilmez ama toplumsal hayatta azı olanlara borç gibi bir şey verirsiniz. Bu topluluklarda en sağlam bireyler yine, kendi ayakları üstünde duran bireylerdir. Kimseden bir şey aşırmayan ve devamlı olarak da birilerine muhtaç hale düşmeyen bireyler! Tıpkı günümüzdeki gibi...

16 Eylül 2014 Salı

Bu ancak Amerikada olur

Yargıç Charlize Theron yorumu yüzünden işinden oldu

ABD'de bir yargıç, Charlize Theron'un gizli ve özel bilgilerini internetteki forumlarda paylaşınca işinden oldu.

ABD ’nin Arkansas eyaletinde çalışan bir yargıç, internette ünlü oyuncu Charlize Theron hakkındaki mahkeme bilgileri hakkında yaptığı yorum yüzünden görevinden alındı.

Mahkemedeki Theron'a ait özel ve gizli detaylar hakkında internetteki forumlarda yorum yapan yargıç Michael Maggio, görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle yetkililer tarafından görevden alındı.

Geçtiğimiz yıllarda Güney Afrikalı ünlü oyuncu Charlize Theron, evlat edinmek için mahkemeye başvurmuştu. CNn International'ın haberine göre Yargıç Maggio, 2012’de yaptığı yorumlarda bir arkadaşının bu davayla ilgilendiğini, Theron’un mahkemeye “uzun kahverengi bir perukla ve kendine büyük gelen kıyafetlerle” geldiğini yazdı. Theron böylece medya ve çevredekiler tarafından tanınmamayı amaçlamıştı. Yargıç, konuyla ilgili sosyal medyada “ona bebeğin babası olmayı önerdim” şeklinde yorumlar da yazdı.

Konuyla ilgili yapılan soruşturmada yargıcın sosyal medyada "geauxjudge" takma adıyla yorumlar yaptığı ve mahkeme bilgilerini sızdırdığı tespit edildi.

Yargıcın konuyla ilgili yaptığı yorumları “Uygunsuz ve kabul edilemez” olarak nitelendiren Arkansas eyaleti yetkilileri, Maggio’nun bir daha benzer bir görevde bulunmamasına ve ücret almaksızın görevden ayrılmasına karar verdi.

Charlize Theron ise, işinden olan yargıç hakkında henüz bir yorum yapmadı.

Torba Yasa DEİK i ByPass etti.

Torba Yasa hayata geçti DEİK bu sabah kapandı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün akşam saatlerinde imzalayarak Başbakanlık’a gönderdiği Torba Yasa’yla Ekonomi Bakanlığı’na bağlanan Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nda gergin bir bekleyiş vardı. Yasanın Resmi Gazete'de yayımlanması ile birlikte Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) resmen kapanmış oldu. DEİK bünyesindeki iş konseylerinin görev ve yetkileri de fiillen bitti. Ekonomi Bakanlığı bünyesinde yeni bir DEİK'in kurulması gündemde. Bakanlığın en kısa sürede konuyla ilgili yönetmelik yayınlayacağı öğrenildi. Bu yönetmelikte mevcut iş konseyleri başkanları ve görevlilerin görevine devam edip etmeyeceğinin belli olacağı tahmin ediliyor. Konsey başkanı iş adamlarının çoğunluğunun göreve devam etmesi bekleniyor.

Kurum kaynaklarından basına yapılan açıklamada, çalışanların bilgisayar erişimlerinin kaldırıldığı ve kıdem tazminatlarının hesaplandığı belirtildi.

DEİK’ten bir kaynak kurumda yaşanan gelişmeleri şöyle anlattı:

“Dün akşam 21.30 itibarıyla biz artık yokuz. Çünkü yasayla birlikte bizim varlığımız ortadan kalktı. Ekonomi Bakanlığı bünyesinde yeniden var olabilmemiz için bir yönetmelik gerekiyor. Normal koşullarda bu yönetmeliğin yasayla birlikte çıkması gerekir ama böyle olmadı. Yönetmeliğin 2-3 güne çıkmasını bekliyoruz ancak şu an bir belirsizlik var.”

Bilgisayar erişimlerinin engellendiğini de ifade eden kaynak, “Birazdan bilgisayarlarımızı açıp kişisel belgelerimizi almamıza izin vereceklermiş. Onun dışında herhangi bir sisteme giremiyoruz” dedi.

DEİK çalışanı, “İşinizi kaybetme tehlikeniz var mı?” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Şu an kurumumuz olmadığı için işimiz de yok. Ümidimiz yönetmelik çıkarıldıktan sonra herkesin yeniden işe alınması yönünde ancak bazılarımızı ya da hepimizi gönderip yeni bir kadro da oluşturulabilir.”

DEİK'te görevli bir diğer kaynak ise, bilgisayarların dün geceden kaldırıldığını, çalışanların büyük bir belirsizlik içinde olduklarını söyledi.

DEİK'in sitesine ise bu sabahtan itibaren erişilmekte güçlük çekiliyor.

Ekonomi Bakanlığı'nın en kısa sürede konuyla ilgili yönetmelik yayınlayacağı öğrenildi. Bu yönetmelikte mevcut iş konseyleri başkanları ve görevlilerin görevine devam edip etmeyeceğinin belli olacağı tahmin ediliyor. Konsey başkanı iş adamlarının çoğunluğunun göreve devam etmesi bekleniyor.

İSTİFALAR ALINACAK

DEİK Türk-Irak Konseyi Başkanı Ercüment Aksoy DEİK'in kurulduğundan beri görevini layıkıyla yerine getirdiğini belirtti. Aksoy "Rıfat Bey'den veda mesaj aldık. Tabii çok üzücü… DEİK gerçekten kurulduğu günden beri layıkıyla Türkiye'ye hizmet etmiş bir STK'dır. Umuyorum ki bakanlığımıza geçtikten sonra aynı başarıyla devam eder. Türkiye Cumhuriyeti için konsey başkanlığımda gösterdiğim başarı devam ettireceğim. Bundan sonra istifalarımız alınacaktır. Doğrusu da budur. Bundan sonra bakanlıkta yeni bir DEİK kurulduktan sonra yeniden görev verilirse değerlendiririm. Yaptığımız, sürdürülen çalışmalar da bakanlıkta yeni kurum kurulduğunda oraya devredilecektir. Diğer konseylerdeki arkadaşlar için de durum böyle. Bundan sonraki süreci bekleyip göreceğiz" diye konuştu.

15 Eylül 2014 Pazartesi

Hollanda yı karıştıran Kayserili

Kayserili Mustafa Hollanda'yı karıştırdı

Hollanda'nın Dortrecht kentinde yaşayan Mustafa Karaşahin, her gün gönderdiği 70 dilekçeyle kentin belediyesini çalışamaz hale getirdi. Yasa gereği her dilekçeye cevap vermek zorunda olan ve yanıtlamadığı her dilekçe için 260 euroya kadar ceza ödemek zorunda olan Karaşahin'in iki yıl içine belediyeye maliyeti yaklaşık yarım milyon euroyu buldu. Şimdi Hollanda, mahkemenin Karaşahin'e koyduğu dilekçe sınırlamasını konuşuyor.

Adı Mustafa Karaşahin. Kayserili. Hollanda'nın Dordrecht şehrinde yaşıyor. Yasaların verdiği demokratik hakkını kullanarak kızdığı belediyeye günde ortalama 70 dilekçe gönderip bilgi istiyor. Son iki yılda 3 bin 500 dilekçe yazdı. Dordrecht Belediyesi, Karaşahin'in dilekçelerine cevap veremez duruma geldi. Her dilekçeyi cevaplandırmak için belediyenin en az üç kişiyi görevlendirmesi gerekiyor. Zamanında cevaplandıramadığı her dilekçe için de Karaşahin'e tazminat ödemek zorunda.

CEZA KAVGAYLA BAŞLADI

Belediye ile Karaşahin'i karşı karşıya getiren olay ise 2009 yılında Karaşahin'e kesilen para cezası oldu. Dordrecht Belediyesi, Karaşahin'in kiraya verdiği binalarında kiracıların gürültü yapması ve binalarda yangına karşı yeteri kadar önlem alınmaması gerekçesiyle para cezası kesti. Kendisine haksız yere ceza kesildiğini savunan Karaşahin, ödeme yapmadı. Belediye mahkemeye başvurdu. Geçen sürede faizle birlikte 300 bin euroya yükselen cezanın tahsili için 19 binasının icra yoluyla açık artırmaya çıkarılıp satılmasına kızan Karaşahin intikam almak amacıyla belediyeyi dilekçe terörüne tuttu. Hürriyet'e konuşan Karaşahin “Onlar beni küçümsedi. Onları kendi silahıyla şimdi vuruyorum” dedi. 

3 BİN 500 MEKTUP

İki yıl içinde belediyeye tam 3 bin 500 dilekçe gönderen Mustafa Karaşahin, önceleri günde 100 dilekçe gönderirken şimdi günde ortalama 70 dilekçe yazıyor. Hollanda yasaları, bilgi almak amacıyla vatandaşın gönderdiği dilekçeleri dört hafta içinde cevaplandırmasını zorunlu kılıyor. Zamanında cevaplandırılamayan dilekçeler için ise bin 260 euroya kadar tazminat öngörülüyor. Belediye yetkilileri Karaşahin'in dilekçeleri cevaplandırabilmek için belediyenin iki veya üç kişiyi tam gün görevlendirmesi gerekiyor. Mektupların belediyeye maliyeti yılda yaklaşık 500 bin euroyu buluyor.

ÜÇTE İKİSİ ONUN

118 bin kişinin yaşadığı şehirde belediyeye gelen taleplerin üçte ikisinin Karaşahin'e ait olduğunu söyleyen Belediye Sözcüsü Mark Benjamin “Taleplerin büyük bölümü onu hiç ilgilendirmiyor bile. Kimi soruları da hiç cevap bile gerektirmiyor. Kimileri de ciddi arşiv araştırması gerektiriyor. Kimileri de hukuki bilgiler olduğu için uzmanlara sormak lazım” dedi. Karaşahin gönderdiği dilekçelerde bazen 42 numaralı binada kim oturuyor, bu binada kaç kişi kayıtlı, hangi koşullar altında restoran açmaya izin veriyorsunuz veya 32 numaralı binada yeteri kadar yangın önlemi alındı mı, kentte kaç kişi üniversite mezunu, kimlerin diploması var gibi sorular yer alıyor.

Mustafa Karaşahin belediye önünde üzerine giydiği beyaz tişörte Hollanda Anayasası'nın birinci maddesinde yer alan 'Yasalar karşısında herkes eşittir' kuralını yazarak eylem yaptı.

'CEZAEVİNDEN DE YAZARIM'

Karaşahin ise kendini şöyle savunuyor:

"Belediye beni küçümsedi. Evlerimi icrayla satacakları zaman ben kendilerine 'İcrayla satmayın. Aramızda husumet çıkar' dedim. Onlar ciddiye almadı. Bana 'Sen Dordrecht Belediyesinden daha büyük değilsin' dediler. Ben de onlara 'Siz de hukuktan güçlü değilsiniz' dedim. Yasaların bana verdiği hakkımı kullanıyorum. Bugün mahkemem vardı. Bu yüzden dilekçe yazamadım. Ancak tekrar yazmayı sürdüreceğim. Mahkeme bana günde iki dilekçe sınırlaması koydu. Günde ikiden fazla yazdığım dilekçe için bana bir gün hapis cezası vereceklerin söylediler. Ama hapisten korkmuyorum. Cezaevinden de yazarım. Orada yazmak için daha çok zamanım olur. Belediye memurları tembel oldukları için dilekçelerime zamanında cevap yazamıyorlar. Bu yüzden 10 bin euro tazminat ödediler. Ben kimsenin önünde diz çökmem. Belediyenin önünde de pes etmem. Kanunun verdiği hakkımı kullanacağım."

BELEDİYE DAVA AÇTI

Karaşahin'in dilekçelerinden bıkan belediye çare olarak mahkemeye başvurdu. Mahkemeden, Karaşahin'in dilekçe yazma sınırlaması kararı çıkartan belediye yine de rahat nefes alamadı. Çünkü Karaşahin, mahkeme kararına rağmen dilekçe göndermeyi sürdürdü. Mahkeme'nin Karaşahin'e önce günde 10, ardından da iki dilekçe yazma sınırlaması getirmesi ise Hollanda'da yeni bir tartışma başlattı. Kimi hukukçular mahkemelerin vatandaşların kamu kuruluşlarıyla iletişimine sınırlama getiremeyeceğini savunuyor. Bu görüşü savunanlardan İdare Hukuku Uzmanı Aline Klingenberg “Kimse vatandaşın yetkililerle iletişim kurmasına engel olamaz” dedi.

3. dünya ülkesi olarak apple i 300 dolar pahalı alıyoruz

Apple, iPhone 6 ve iPhone 6 Plus modelleriyle meraklılarını hayal kırıklığına uğrattı. Kamera ve işlemciyi güçlendirmekle yetinen Apple, kullanıcılarını yine şarj kablolarına mahkum edecek.2 bin 349 TL’den başlayan yeni iPhone 6’yı Türkiye yerine ABD’den alanlar, Apple Watch’un fiyatı kadar farkla ucuza alabilecek. iPhone 6'nın en ucuz versiyonunu ABD'den alanlar 690 TL daha az ödeyecek.

ÖNCEKİ gece yeni akıllı telefon modelleri olan iPhone 6 ve iPhone 6 Plus’ı tanıtan teknoloji devi Apple, bu kez beklentileri karşılayamadı. Büyük ekran dışında özellikleri ve yenilikler bakımından bir önceki modele göre pek değişiklik sunmayan yeni iPhone modelleri, batarya konusunda da yine sınıfta kaldı. 4 inçlik ekran boyutunu iPhone 6 ile 4.7 inç ve iPhone 6 Plus ile 5.5 ince çıkaran şirket, tarihinde ilk kez rakiplerini izlemeyi tercih etti. Apple’ın ezeli rakibi Samsung’un Note serisi başta olmak üzere birçok akıllı telefon üreticisi bilgisayar ile akıllı telefonları birleştiren dev ekranlı akıllı telefonları uzun süreden beri kullanıcılara sunuyordu. iPhone 6 Plus’ın tanıtılmasıyla, Apple da aynı yola girdi.

ŞARJ SORUNU

iPhone 6 modelleri, özellikleri bakımından da kullanıcıları etkileyemedi. Apple bir önceki modele göre yeni iPhone 6’da sadece kamera ve işlemciyi güçlendirdi. Özellikle kullanıcıların sık sık şikayet ettiği şarj ömrüyse çok az değişti. iPhone 5S’lerde yer alan 1560 mAh kapasiteli batarya iPhone 6’da 1810 mAh’ye yükseltildi. Bu da günlük kullanımda şarj ömrünü yaklaşık 1 saat arttırabilecek nitelikte. iPhone 6 Plus’ta ise 2915 mAh’ye çıktı. Ancak iPhone 6 Plus’ın büyük ekrana sahip olmasından dolayı, şarj ömrü de tartışma yarattı.

SAAT BEDAVAYA GELİYOR

Öte yandan önceki modellere göre 200 TL zamla gelen yeni iPhone’larda bu kez öyle bir fark oluştu ki, iPhone’u Türkiye yerine ABD’den alan bir tüketici Apple’ın akıllı saati Apple Watch’u bedavaya getirebiliyor. Apple Türkiye’de, iPhone 6’yı 2 bin 349 TL’ye, iPhone 6 Plus’ı 2 bin 646 TL’ye satacağını açıkladı. ABD’deki vergi dahil fiyat iPhone 6 için 700, iPhone 6 Plus ise 810 dolar. Türkiye’deki 119.50 TL’lik kayıt ücreti eklenince iPhone 6 yaklaşık 1660 TL’ye, iPhone 6 Plus ise 1900 TL’ye denk geliyor. ABD’den alınan ile Türkiye arasında iPhone 6’da 690 TL ve iPhone 6 Plus’ta 750 TL’lik bir fark oluşuyor. Bu fark Apple’ın ABD satış fiyatını 349 dolar olarak belirlenen Apple Watch’un fiyatına eşit. iPhone 6’yı Türkiye yerine ABD’den alan bir tüketici, Apple Watch’u bedavaya takacak.

Apple izlediği fiyat politikası nedeniyle iPhone’lar ABD’de 649 dolardan başlayan fiyatlarla satışa sunuyor. iPhone 5S, ABD’de geçen yıl 649 dolardan, Türkiye’de ise 2149 TL’den satışa çıkmıştı. Ancak iPhone 6’nın satış fiyatı ABD’de geçen yıl aynı tutulmasına rağmen Türkiye’de 200 TL zamlanarak 2 bin 349 TL’ye çıktı. Bunun sebebiyse dolardaki artış. Geçen yıl aynı dönemde 2 TL civarında olan dolar, yüzde 10 civarında yükselerek 2.20 TL’ye ulaştı. Söz konusu dönemdeki fark ise iPhone fiyatlarına direkt olarak yansıtıldı. Yapılan bu zam ile birlikte en pahalı iPhone fiyatıysa yine Türkiye’de olmaya devam etti. Mobile Unlocked sitesinde yer alan bilgilere göre Türkiye, Brezilya ve Ürdün’den sonra en pahalı iPhone satılan ülke olmaya devam etti.

13 Eylül 2014 Cumartesi

Seçim nedeni ile merkez bankası üzerindeki baskı artacak

Merkez Bankası üzerindeki baskı artacak

Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch dün açıklanan 2. çeyrek büyüme verisinin ardından TC Merkez Bankası üzerinde faiz indirimi için siyasi baskının artabileceğine dikkat çekti.

Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye ekonomisine ilişkin yeni açıklamalar yaptı.

Türkiye ekonomisindeki yeniden dengelenmenin giderek daha güç hale geldiğini belirten Fitch kredi büyümesindeki yavaşlamanın hız kestiğini, faiz indirimlerinin ise bu trendi tersine çevirebileceğini belirtti. Fitch merkez bankası araştırmalarının da cari açığın kredi büyümesine duyarlı olduğunu gösterdiğini vurguladı.

Fitch'in açıklamalarından satır başları:

* Gelecek yılki parlamento seçimleri öncesinde ekonomide popülizm bir risk oluşturuyor.

* Ancak hükümetin deneyimli ekonomi takımı görevine devam ediyor, ilk yarı bütçe sonuçları mali disiplinin korunduğunu gösteriyor.

* Merkez Bankası üzerinde faiz indirimi için siyasi baskının azaldığına dair bir işaret yok; ikinci çeyrek büyüme verisinin ardından bu baskının artabileceğini düşünüyoruz.

NOT DEĞERLENDİRMESİ EKİM'DE

Öte yandan Fitch Türkiye not değerlendirmesini 3 Ekim'de açıklayacak. Bugün Türkiye ekonomisi ile ilgili İstanbul'da konferans düzenleyen kurumdan Türkiye'nin notu ile ilgili doğrudan bir açıklama beklenmiyor. Ak Yatırım Uluslararası Piyasalar Müdürü Gökhan Şen kurumun bugünkü konferansının daha çok şirketler ile alakalı olup bu tip toplantılarda ülke kredi notuna ilişkin bir aksiyon beklememek gerektiğini belirtti. Gökhan Şen araştırma notunda "Bu sabah gelen kısa metinde yine ekonomiye ilişkin zorluklara vurgu yapan kurumun temelde iki mesajı var. Yapışkan enflasyona karşın yapılan faiz indirimleri ve bunun merkez bankası üzerindeki baskı olarak algılandığı bunlardan ilki. Diğer ise kısa vadeli dış borcun oranının arttığı ve fonlamasına ilişkin sıkıntıların sürdüğü. Bunun da olası bir global sermaye çıkışı yaşanması durumunda finansal istikrara zarar verebileceği. Türkiye’nin içinde bulunduğu yatırım yapılabilir liginde dış şoklara karşı kırılganlık sıralamasında mukayeseli olarak daha düşük bir skor kaydetmesi sebebiyle olası bir 17 Eylül (Fed faiz kararı – FOMC) şoku yaşanması durumunda ise görünümde bir değişiklik yaşanması olası" dedi.