18 Eylül 2014 Perşembe

İlk insanlar yüzbinlerce yıl birlikte yaşadı biz 2 yüz yıl bile devam edemeyeceği galiba

Çare ilk insanlar...(Mı?)

Son yıllarda geliştirilen sosyolojik ve tarihsel kuramları referans alarak konuşursak, ilk insanların yaklaşık 7 kişiden oluşan küme topluluklarında yaşayıp yüzbinlerce yıl varlıklarını koruduklarını söyleyebiliriz. Aslında bakarsanız sevgili okuyucularım, bu toplumlar eşit toplumlardır. Fakat buraya dikkat edin, eşitlikçi değillerdir. Çünkü şurası bir gerçek ki eşitlikçilik bir siyasi felsefedir, eşitlik ise tamamen bir fiili durumdur. Eşitlikçilik eşit olmayan ve ast olanların eşitlik arayışları sonucu ortaya çıkar.

Bugün eşitlikçi felsefeyi savunan kimseler, eşitliğin yeniden dağıtımın ürünü olabileceğini söylerler. Bu yüzden yeniden dağıtım programları geliştirmektedirler. Refah devleti mesela yeni bir dağıtım sistemidir, Komünist sitem ise dağıtımın tamamen merkezi otoriteye bağlandığı ve piyasanın yok edildiği bir sistemdir. Dolayısıyla bu topluluklarda insanlar birbirlerinden çok farklılaşmamaktadırlar. Neden? Çünkü modern toplum yetenek farklılıklarının gelir farklılıkları yaratmasına izin veriyor. İlkel toplumlarda ise böyle bir şey kesinlikle yoktur. Yani ilkel toplumlarda eşitliğin yoğun olmasının sebebi iktisatçıların deyimiyle, iş bölümünün fazla olmamasıdır. Bu topluluklarda teknik bilgi ve becerisi olan insanlar birbirinden çok farklılaşmış değillerdir. Anlayacağınız bundan dolayı eşit bir toplum ortaya çıkmıştır.

Bu toplumlarda kararlar 2 farklı şekilde alınıyor: Aile içi kararlar ve kümeyi ilgilendiren kararlar diye. Aile içi kararlar tamamen ailede alınmaktadır. Araştırmalar gösteriyor ki yüzbinlerce yıllık ailelerde olan karar mekanizmasıyla şimdiki ailelerde olan karar mekanizması hemen hemen aynı, ne garip. Ama kümeyi ilgilendiren kararlar alındığı zaman, bireyler aşağı yukarı eşit şartlarla katılabiliyorlar bu karar alma sürecine. Küme başkanı ise, bugünkü anlamdaki başkan değil, sabit bir başkan da değil. Konuya bağlı olarak değişik kişiler öne çıkabiliyor. Rotasyona bağlı başkanlık gibi bir şey var bu toplumlarda, basit bir şey. Bir kişinin bir konuda daha iyi olduğu biliniyorsa bireyler ona itibar ediyor. Bu yüzden bu toplumlara basit eşitlikçi toplumlar deniyor.

Bu toplumlarda insanların itibarı esas itibariyle miras veya zor yoluyla elde ettikleri pozisyonun temelinde değil, bireysel meziyet temelinde ortaya çıkıyor. Mesela iyi bir avcıysanız, iyi bir toplayıcıysanız ya da başka bir konuda bilgisi yahut meziyeti fazla biriyseniz itibarlı oluyorsunuz. Bu toplumlarda merkeziyetçi bir karar vermek de söz konusu değildir. Eğer Marks'ın iddia ettiği gibi ilkel komünal bir toplum ve merkezi dağıtım söz konusu olsaydı kararların kaçınılmaz olarak merkezi olması gerekirdi. Ama bu küme toplumlarda böyle bir şey yok. Kuvvetli sayılabilecek bir bireysel otonomi var. Bu bireysel otonominin temeli, teknolojik bilgileri nispeten düşük seviyede olduğu ve küçük nüfusa yetişkin bireyler olduğu için iktisatçıların iş bölümü dedikleri şeyin ortaya çıkmamasıdır. Toplulukta iş bölümü olmadığı için bireylere kabileden çıkış özgürlüğü veriliyor. Eğer hoşlanmadığınız bir davranış biçimiyle karşılaşırsanız hiç kimsenin onayını almadan, siyaset projesinde çıkış hakkı denilen, hakkı kullanarak ayrılıp başka yerde yaşıyorsunuz. Bu da bireyler üzerinde merkezi bir otoritenin olmasını engelliyor. Özellikle de başarılı avcılar, meziyetli bireyler üzerinde. İyi mi?

Bir diğer konu, bireylerin silahlı güç ve fiziki güç bakımından birbirine yakın bir durumda olması. Toplumda görecekleri saygı bu güce de bağlı. Herkesin eşit silahlı olması birinin diğerine karşı keyfi güç kullanmasını engellemektedir, mükemmel bir şey. Yani küme içi zorbalığa karşı doğal bir fren mekanizması var.

Üçüncüsü, küme içerisindeki bireyler birbirlerine bağlı olmalıdırlar. Bunun ana sebebi güvenliktir. Tek başlarına kalırlarsa yaşam şansları azalır. Bu yüzden küme içi ihtilaflar azalır. Bu ilkel topluluklarda para olmadığı için bugünkü anlamda bir biriktirme mekanizması da yoktur.  Ama biriktirme mekanizmasının olmaması düşünülemez, insanın tabiatına aykırıdır. Kabile üyeleri aşağı yukarı eşit şartlarda avlanmaya gidiyorlar ama büyük bir ihtimalle eşit olmayan avlarla geri dönüyorlar. Şanslarına, koşma güçlerine, silah becerilerine vs. bağlı olarak bir kısmı ortalamadan az bir kısmı ortalamadan fazla elde ediyorlar. Yani bir eşitsizlik var. Ama bu ilkel topluluklarda, yiyecek fazlası olan kümelerden az olan kümelere bir aktarım yapılıyor.

Bu 3 şekilde açıklanıyor:

1- Karşılık beklemeksizin ihtiyaç giderme: Burada günümüzdeki gibi vericiler değil, alıcılar harekete geçiyorlar. Yani alıcılar hak iddia ediyorlar. Ayrıca ava gidenler topladıklarının mümkün olduğunca fazlasını tüketiyorlar. Bunun yanında fazla avı olanlar saklamaya da yöneliyorlar. Yani bu ilişkilerin tümü tek taraflıdır. Oysa bunlar serbest piyasadaki gibi çift taraflı, karşılıklı ve gönüllü olmazsa toplumsal yapıda eninde sonunda çözülme meydana gelir. Bu yüzden bu kümeler çabuk çözülüyor.

2- Zorbalıkla alınması: Bu zorlamaya muhatap olanlar potansiyel zorlamalarla karşılaşmamak için ikincisinde şiddet görmeden, hemen yiyeceklerini vermektedirler. Burada da paylaşım gönüllü olmadığı için ayrışmalar ve bölünmeler meydana geliyor.

3- Çıkar gözeterek paylaşım: Bu durumlarda paylaşım olmazsa gönüllülük de olmuyor. Paylaşımı yapan insanların bir şeyi verdiklerinde düşündükleri şudur: Eğer yarın ben de bu hale düşersem o da bana verecektir. Eğer bu bekleyiş karşılanmazsa bu müessese sürdürülemez. Aslında tasarruf yapılır, yemek paraya çevrilmez ama toplumsal hayatta azı olanlara borç gibi bir şey verirsiniz. Bu topluluklarda en sağlam bireyler yine, kendi ayakları üstünde duran bireylerdir. Kimseden bir şey aşırmayan ve devamlı olarak da birilerine muhtaç hale düşmeyen bireyler! Tıpkı günümüzdeki gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder