Hülya Koçyiğit’in güzeller güzeli torunu Neslihan Alkoçlar ile ekranların yakışıklı oyuncusu Engin Altan Düzyatan önceki akşam Nişantaşı Sofa Hotel’in üst katındaki Frankie’de düzenlenen törenle nişanlandı. Çiftin nişan yüzüklerini Fenerbahçe’nin efsane başkanı Ali Şen taktı.Gecenin yıldızı, Hülya Koçyiğit’ti. Gülşah-Ender Alkoçlar çiftiyle birlikte davetlileri ağırlayan usta sanatçı, şık kıyafetiyle dikkat çekti. Engin Altan Düzyatan’ın artık aileden biri olduğunu söyleyen Koçyiğit, “Bizim örf adetlerimiz var. ‘Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle’ diyerek kızımızı istediler ve iki güzel aile birleşti” dedi. Neslişah Alkoçlar ve Engin Altan Düzyatan, Hülya Koçyiğit’in de isteğiyle basın mensuplarının karşısına çıkıp poz verdi. Soruları yanıtlamayan nişanlılar, “Çok mutluyuz” demekle yetindi.
Herkes arayış içinde, bulsada arayış içinde. Duygusal şiddet, aleni,gizli veya bilinç altındaki bu açlık hakkında taze fikirler
16 Mayıs 2014 Cuma
Keşiflerle Yola Koyulmak
Küçük yaşlardan beri tren yolculuklarını etkileyici bulurum. Yalnız yolculuk yapılacak en iyi ulaşım araçlarından biridir tren yolculuğu. Bazen trenin gittiği anlamaz, camdan akıp geçen manzaraları bir filme bakar gibi izlerim. Görüntüler akarken düşünmek için sizi yalnız bırakan yegane ulaşım aracıdır. Dikkatinizi dağıtabilir, geçtiğiniz yerlerde ki hayatları seyredebilir ve bir şeyler yazabilirsiniz. Aynı benim yaptığım gibi.
Bu defa bir hızlı tren seyahatinde Madrid’den Cordoba’ya doğru camın önünde oturmuş bu satırları yazıyorum. Gerçek anlamda keşfetmek için yola çıkanların coğrafyasında “Kaşif’in günlüğü” isminin bir blogun içindeki miniblog olduğunun bilincindeyim(!). Bu topraklardan yola çıkanların, denizlere açılanların, okyanusları fethedenlerin yanında bizim seyahatlerimiz için, “belirlenmiş rotalara yapılan keyif yolculuklarından başka bir anlam içeremez” diye düşünenler çoğunluktadır. Özellikle bu seyahatimde zaman zaman bende bunu düşünsem de, insanın içinde bir yerlerde saklı olan keşfetmek dürtüsü bunu çürütüyor.
kaşif kristof kolomb
Madrid için fazla bir şey söylemeye gerek yok. Avrupa’dan farklı olan yönleriyle Akdeniz’in birbirine karışmış ve keyif aldığım hayat tarzı ve lezzetleriyle kimseye farklı olduğunu hissettirmeden ancak farklı yaşayan keyifli insanların şehri. Bir çok detayını kesfet.tv sayfalarında paylaşacağım ancak İspanya’nın gerçek anlamda bir anlatımı için Madrid’i görmenin şart olduğunu düşünüyorum.
Tren olanca hızıyla Endülüs topraklarına doğru yol alıyor. Madrid’den çıktığımız yaklaşık yarım saate yakın bir zaman geçmesine rağmen hala dümdüz ovalarda ilerliyoruz. İki gündür yüzünü göstermek için çekinceler gösteren güneş bu kez cömert ve sıcak. Yanımda ki koltuğun boş olması, yemek sehpasını açıp bilgisayarımı yerleştirip yan koltuğu da dağınıklığım ile doldurmak için iyi bir sebep oldu.
Madrid Cordoba hızlı tren
Sağımda oturan ve Cordaba’ya doğru sırtı dönük oturan yaşlı bir adam bir kendi penceresinden bir de benim bulunduğum taraftan yolu izlemeye çalışıyor. Biraz da yazdıklarımı okuyup hangi dilde olduğunu anlamaya çalışır bir hali var. Belli ki bu topraklarda birçok dönemi geçirmiş yıllarıyla o da pencereden akıp giden resme bakıp bir düşünce denizinde kürek çekiyor. Hemen arkasında tipik bir İspanyol kadın bize çok tanıdık gelecek bir şekilde trenin hızıyla yarışırcasına çekirdek “çıt”lıyor. Ön çaprazımda adını annesinin seslenmesinden dolayı duyduğum Isabel isimli dünyalar güzeli 2-3 yaşlarında bir kız çocuğu konuşmaya çalışıyor ve annesi de camdan dışarıyı gösterip oyalacak birşeyleri işaret ediyor. Aralarında 70-80 yıl fark bulunan iki İspanyol’un da baktıkları yerlerin aynı olduğunu düşünüyorum, ben de baktıkları yöne göz gezdirerek.
Bize çok benzediğini düşündüğüm bu halkın, bize hiç benzemeyen yönlerinin sayıca çok olması onlara duyduğum sempatiyi yoketmiyor. Gözlemlediğim kadarıyla Madrid’in kozmopolit yapısından bile ölçülebilir sonuçlar alabilirsiniz. Bir çok kent ile birbirine benzer özellikleri bulunan Madrid’den sonra daha güneyde daha yerel bir kaç şehiri gezerken ilk durak Cordoba olacak. Tarihiyle, hikayeleriyle büyüdüğüm Endülüs’ün gözbebeklerinden. Cordoba’ya doğru az bir zaman kala..
Kaşif’in Günlüğü / 27.04.2014 – Madrid – Cordoba Treni
Erkekler neden kısır olur?...
Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin korkulu rüyası kısırlık, toplumumuzda her 6 -7 evlilikten birinde görülüyor.
Türkiye’de her yıl 600 bin civarında evlilik gerçekleşiyor ve yılda yaklaşık 90 bin çift kısırlık sorunuyla karşılaşıyor.
Sigara, alkol ve aşırı fast food tüketimi, aşırı sıcağa maruz kalma, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve kimi zaman da çalışma şartları gibi sosyal nedenler erkek kısırlığında etkileyici rol oynuyor. Memorial Hastanesi Tüp Bebek, Androloji ve Genetik Merkezi’nden Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Semih Özkan, her yıl on binlerce çiftin karşı karşıya kaldığı kısırlık probleminin erkeklerde oluşma nedenleri hakkında bilgiler verdi.
Çiftlerin çocuk sahibi olma arzularına ve düzenli cinsel ilişkide bulunmalarına rağmen, bir yıl içerisinde gebelik elde edilememesine infertilite (kısırlık) adı veriliyor.
Korunmayan çiftlerin yüzde 85'inde bir yıl içerisinde gebelik oluşması beklenir. İnfertilite yüzde 50- 60 oranında erkeğe ait nedenlerle ortaya çıkar. Testiste gerçekleşen sperm üretim işlevi, çevresel koşulara oldukça duyarlıdır. Uygun olmayan her koşuldan olumsuz olarak etkilenebilir.
Fast Food’a Dikkat!
Yüksek kolesterol, spermin zar yapısını bozduğu için döllenme yeteneğini azaltır ve kısırlığa neden olabilir. Bu nedenle özellikle “Fast Food” denilen aşırı yağlı, kolesterolü artırıcı gıdalardan uzak durmak gerekir.
Sigara ve Alkol Gibi Maddeler Sperm Kalitesini Düşürür
Çeşitli bilimsel çalışmalarla sigaranın kesin zararlı etkileri ispat edilmiştir ve özellikle sorunu olan hastaların kesinlikle sigarayı bırakmaları önerilir. Ayrıca sigara içilen ortamlarda bulunmaları da pasif içici olmalarını ve ortamın havasını solumaları yoluyla havada bulunan zehirli maddeleri solunum yoluyla alıp sperm üretimini olumsuz etkilemesini sağlar.
Yapılan araştırmalar, haftada 60 ml. üzeri alkol kullanımının sperm üretimini olumsuz yönde etkilediği göstermiştir. Ayrıca steroid, antidepresan, sulfomidli bazı abtibiyotikler, kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da sperm kalitesi, hareketliliği ve üretimi için zararlı olabilmektedir.
Çalışma Ortamı da Kısırlık Nedeni Olabilir
İşi gereği zirai ilaçlarla yakın temas halinde bulunan kişilerde de kısırlık oranı yüksektir. Bu kişilerin önlem olarak çalışırken, bir maske ile ağızlarını kapatmaları, ilaçları solunum yoluyla alınarak zararlı olmalarını engellemektedir. Bu grup genellikle çitçilerden oluşmaktadır.
Kişilerin yine işi ya da rahatsızlığı nedeniyle fazlaca radyasyona maruz kalmaları, demir döküm fırınları ya da gıda fırını işçileri gibi aşırı sıcak ortamlarda çalışmaları da kısırlık nedeni olabilir.
Aşırı Sıcak Sperm Üretimini Olumsuz Etkiler
Aşırı sıcak her zaman sperm üretimini olumsuz etkiler. Kısırlık sorunu ile karşı karşıya olan erkeklere kesinlikle, sıcak su banyoları ya da saunaları tavsiye etmeyiz. Ayrıca dar iç çamaşırları da aşırı sıcak oluşturduğu için testis damarlarının genişlemesi sonucu sperm kalitesini azaltabilir.
Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar da Etken!
Erkek genital organlarında zarara yol açan bazı enfeksiyonlar sperm ilerlemesini (kanalları tıkayarak veya sperm hareketliliğini azaltarak) olumsuz yönde etkilediği için kısırlığa neden olabilir.
İNGİLİZ DİYETİ
Bugün sizlerle paylaşacağım diyet "İngiliz Diyeti" bu diyet sayesinde 1 ayda 6 kilo verebilirsiniz. Diyetin ismi, onu geliştiren İngiliz diyetisyenlerden geliyor. Bu diyet sizi sağlıklı ve fit yapar. Etkisini önümüzdeki 2-3 yıl görmeye devam edersiniz. Diyet süresince şeker, tuz, un ve şeker ürünleri, alkollü içecekler tüketimi yasaktır. Öğün aralarında kaynatılmış ve maden suyu içmek serbesttir. Salatalar her zaman zeytinyağ ile hazırlanmalı. Salata porsiyonunun bir büyüklüğü yoktur. Lahana her günkü menüde olduğu için marul ile değiştirebilirsiniz. Balığı sevmezseniz haşlanmış ya da fırında yağsız pişmiş tavuk göğsü ile değiştirebilirsiniz. Sabah kahvenin yanı sıra bir bardak taze sıkılmış greyfurt suyu içebilirsiniz, taze sıkma imkânınız yoksa hazır alın ancak netlikle şeker ilaveli olmasın. Diyeti bitirdiyseniz tekrar etmeden önce 2 hafta dinlenmelisiniz. Dilediğiniz kiloya gelinceye kadar tekrar edebilirsiniz.
Diyet Süresi – 13 gün Tekrar Süresi – Ayda bir Verilen Kilo – 6 kg
İngiliz diyeti listesi:
1. gün:
Kahvaltı: 1 fincan şekersiz kahve.
Öğle: 2 haşlanmış yumurta, lahana salatası, 1 bardak domates suyu.
Akşam: Haşlanmış veya fırında balık.
2. gün:
Kahvaltı: 1 fincan şekersiz kahve, 1 parça tam buğday ekmeği.
Öğle: Fırında veya haşlanmış balık, sebze ya da lahana salatası.
Akşam: 100 gram haşlanmış dana eti, 1 bardak yoğurt.
3. gün:
Kahvaltı: 1 fincan şekersiz kahve, 1 parça tam buğday ekmeği.
Öğle: 1 adet büyük az sıvı yağ ile öldürülmüş kızartma kabağı.
Akşam: 2 adet haşlanmış yumurta, 200 gram haşlanmış sığır eti, lahana salatası.
4. gün
Kahvaltı: şekersiz kahve.
Öğle: haşlanmış yumurta, 3 adet buharda havuç sıvı yağ ile, 15 gram kadar da tuzsuz peynir.
Akşam: meyve.
5. gün
Kahvaltı: Çiğ havuç, üzerine limon suyu gezdirilmiş.
Öğle: Fırında veya haşlanmış balık, 1 bardak domates suyu.
Akşam: Meyve.
6. gün
Kahvaltı: Şekersiz kahve.
Öğle: Yarım tavuk /haşlanmış/, lahana salatası veya çiğ havuç.
Akşam: 2 haşlanmış yumurta, rendelenmiş taze havuç /zeytinyağ/.
7. gün
Kahvaltı: Şekersiz kahve.
Öğle: 200 gram haşlanmış sığır eti, meyve.
Akşam: 3 günün akşamı dışındaki akşam menülerinden biri.
8. gün
Kahvaltı: Şekersiz kahve.
Öğle: Yarım tavuk /haşlanmış/, taze salata veya havuç rendesi.
Akşam: 2 haşlanmış yumurta, 1 bardak havuç rendesi /zeytinyağ/.
9. gün
Kahvaltı: Üzerine limon suyu gezdirilmiş taze havuç.
Öğle: 1 porsiyon balık /dilediğiniz teknikle pişirilmiş/, 1 bardak domates suyu.
Akşam: Meyve.
10. gün
Kahvaltı: Şekersiz kahve.
Öğle: Haşlanmış yumurta, 3 büyük haşlanmış havuç /zeytinyağ/.
Akşam: Meyve.
11. gün
Kahvaltı: Şekersiz kahve, 1 parça tam buğday ekmeği.
Öğle: 3. günün öğleni gibi.
Akşam: 3 günün akşamı gibi.
12. gün
Kahvaltı: Şekersiz kahve, 1 parça tam buğday ekmeği.
Öğle: Fırında veya haşlanmış balık, sebze ya da lahana salatası.
Akşam: 100 gram haşlanmış dana eti, 1 bardak yoğurt.
13. gün
Kahvaltı: Şekersiz kahve.
Öğle: 2 haşlanmış yumurta, buharda lahana salatası.
Akşam: Fırında veya haşlanmış balık.
1 ayda 6 kilo
Not: Protein ağırlıklı bir beslenme olduğu için başlamadan önce iyice düşünün ve hekiminize danışın.
Erkeklerin En Çok Yalan Söylediği Konular
Kadın-erkek ilişkileri yüzyıllardan beri hala tam olarak çözülemedi. Birbirini tamamlayan bu iki yarım elmada ufak tefek eksiklikler yok değil! Bunlardan biri yalan söyleme zaafı…
İşte erkeklerin en sık söylediği yalanlar:
Statü yalanı
Erkekler olayları biraz şişirmeye meraklı. En büyük arabalar onların, en önemli iş yerlerinde onlar çalışır. Bu gösteriş hevesi kendilerini başkalarıyla kıyaslama düşüncesinden kaynaklanıyor.
Bilgi yalanı
Hiçbir bildikleri olmasa da, erkeklerin yüzde 84′ü bilgi sahibiymiş gibi davranıyor. Kendilerini sorun çözme konusunda yetenekli görüyorlar.
Duygu yalanı
“Bir problemin mi var?” erkeklere sorulduğunda, genelde “Hayır, yok!” derler. Zaaflarını açığa vermeyi sevmediklerinden bunları gizlerler.
r2d3-dergi-yalan-02
Korku yalanı
Erkekler, cesur olmaları gerektiğini sanırlar. Onun için korkularını ve fobilerini (örümcek gibi) saklarlar.
Tembellik yalanı
Yaptıkları her şeyi abartılmış gerekçelerle savunmayı hoşlanırlar. Beyinlerinin arkasında yatan düşünce: Yaptıkları her şeyin bir anlamı olmasını isterler.
Kaytarma yalanı
Uzun süreli tartışmalardan kaçmak için, soruları hemen kısa bir “Evet” ile cevaplandırırlar. Örneğin “Beni halen seviyor musun?” veya “Bu elbise bana yakıştı mı?” suallerini.
15 Mayıs 2014 Perşembe
ALMAN PASTASI
Malzemeler:
500 gram un
25 gram yaş maya
125 gram toz şeker
125 gram margarin
2 tane yumurta
15 gram mahlep
150-200 gram su
Kreması:
3 su bardağı süt
1 su bardağı şeker
4 yemek kaşığı un
1 yemek kaşığı margarin
1 tane vanilya
1 yemek kaşığı kakao
13 Mayıs 2014 Salı
47 Ronin
Japon kültürünü tanıyan herkes 47 Ronin hikayesini kesinlikle bilir. Japon kültürünün en önemli efsanelerinden bir tanesidir. Aslında gerçek bir hikayeleri vardır fakat yaptıkları günümüzde pek gerçeklik hissi uyandırmadığı için efsane olarak anılırlar. Mezarlarını da her yıl bir çok kişi ziyaret eder ve önemli bir turistlik merkezdir. 47 Ronin filmi de işte bu kahramanların hikayesini fantastik bir kurgu ekleyerek beyazperdeye aktarıyor ama film için çok yarım diyebiliriz.
Gerçek bir hikayeyi beyazperdeye aktarırken fantastik öğeler ekleyecekseniz bunu yaparken konunun bütünlüğünü korumanız gerekir. Filmde buna pek özen gösterilmediği kesin.
Filmin diğer kötü yanı da oyunculuk diyebiliriz. Rinko Kikuchi ve Keanu Reeves’in oyunculuğu gerçekten rezalet. Keanu Reeves’in yüzünde his diye birşey kalmamış. Yüzü sürekli aynı ve söylemleri ile davranışlarını onaylayan en ufak bir ifade yok. Böyle olunca karakterin inandırıcılı tamamen yok oluyor. Rinko Kikuchi için de aynı şey geçerli. İçinde bulunduğu karaktere hiç oturmamış ve korkutucu olması gereken cadı yapmacık geliyor insana.
Filmin kurgusu da çok basit tutulmuş diyebiliriz. Samuraylar ormanda terk edilmiş bir çocuk buluyorlar. İblislerin gönderdiğini düşünerek onu öldürmek istiyorlar fakat başları buna izin vermiyor ve himayesine alıyor. Yıllar öylesine geçiyor ve bir gösteri sırasında bu büyümüş olan çocuk samuray kılığında gösteriye katılıyor ve gerçek ortaya çıkıyor. Sonra büyücünün yaptığı büyü ile başları misafiri öldürmeye yelteniyor ve idama mahkum oluyor. Tüm samurayları sürülüyor. Bir yıl aradan sonra samuraylar tekrar toplanıp intikam için geri dönüyorlar. Tabi Keanu Reeves’in canlandırdığı karakterde yenilmez savaşçı olarak karşımıza çıkıyor. Tabi ilk başta nasıl yenildiği belli değil. Önce sonradan savaşmayı öğrendi diyorsunuz ama kılıç almaya gittiğinde aslında ufaklıktan beri böyle olduğunu öğreniyorsunuz. Tabi sonda 47 tanesi kalıyor ve intikamlarını alıyorlar. Fakat Japonya’da intikam yasak olduğu için hepsi idama mahkum oluyorlar.
Bilimkurgu sinemasında “Altın Çağ”ın klasik serileri canlanıyor
1968 yılında ikinci doğumunu gerçekleştiren bilimkurgu sineması, bu tarihten itibaren kafalarda oluşan “serüven filmleri üreten tür” imajını yıkmayı başarmış ve yeni ufuklara yelken açmasını bilmiştir. 70’li yıllara Planet of the Apes’in her yıl bir adet çekilen devam filmleriyle girildi. Hepsi de başarılı olunca bilimkurgu sinemasında klasikleşecek serilerin ilki doğmuş, diğerleri için de uygun zemin hazırlanmış oldu. Elbette 68 sonrası dönem için altın çağ tanımlamasını yapmamızın asıl sebebi bu değil. Türün kendini sürekli yenilemesi, yeni alt türler açması, yeni temalar ve başka türlerle melezleşerek evrimini sürdürmesi, insanoğlunun kendisini, geçmişini, bugününü ve geleceğini sorgulaması, geçmişine ve bugününe bakarak ürettiği distopyalarla eleştirel yönünü hep açık tutması, felsefesini ortaya koyması ve bunları yaparken her dönemin ruhuna uygun klasikler üretebilmesi diyebiliriz.
Türün gidişatına baktığımızda “Altın Çağ”dan kopulamadığını net bir biçimde görüyoruz. Bunun başlıca sebebi ise yenilerinin üretilememesi veyahut üretilenlerin de “altın çağ” klasikleri gibi zengin ve genişletilebilir bir dünya sunamaması ve mitolojilerinin cılız kalması denilebilir. Bunu başaran örnekler çıkıyor kuşkusuz. “Altın Çağ”ın son ürünü The Matrix iki devam filmiyle, çizgi roman menşeli X-Men serisi (ve 3 devam filmiyle dönecek olan Avatar da dahil edilebilir), bu dönemin en başarılı yeni bilimkurgu serileri olduğunu söyleyebilirz.
Planet of the Apes’e yeni seri…
Bilimkurgu serilerinin önünü açan Planet of the Apes başarısız bir remake’in ardından 2011’de Rise of the Planet of the Apes ile taze bir başlangıç yaptı. Bu serinin zamansal olarak ileriye gitmesi çok da olumlu sonuç vermeyeceğinden, ilk serinin (devam filmlerinin) anlatmakta yetersiz kaldığı, maymunların nasıl oldu da dünyada hüküm sürmeye başladığını ve evrimini ancak bir prequel netleştirebilirdi. Rise of the Planet of the Apes de sağlam bir temel inşa ederek başarıya ulaştı ve yeni bir serinin doğmasını sağladı. Dawn of the Planet of the Apes de bu yaz seyirci karşısına çıkacak Açıkçası yeni bir Maymunlar Cehennemi serisi gerekliydi. İlk serideki devam filmleri başarılı olsa da sonuçta ilkinin derinliğini yakalayamamıştı. Bu açıdan post apokaliptik bilimkurguların en yaratıcı olanlarından birinin yolculuğuna devam etmesi fazlasıyla memnun edici.
Star Wars küllerinden doğacak!
George Lucas’ın 1977’de yarattığı Star Wars, bilimkurgu sinemasının en önemli serisi… İlk üçleme öyle sevildi, öyle benimsendi ki Lucas, 1999’da yeni bir üçlemeyle geri döndü. Yan ürünleriyle inanılmaz bir pazarı olan Star Wars, uzun zamandır konuşulan yeni bir üçlemenin kapısını aralıyor. J.J. Abrams’ın yönetmen koltuğuna oturduğu 7. filmde Harrison Ford, Mark Hamill ve Carrie Fisher’ı unutulmaz karakterleriyle tekrar izleyeceğiz. Bunun anlamı da yeni üçlemenin zamansal olarak ileri gideceği ve ilk üçlemeyle organik bir bağ kuracağı. Başta Disney’in finanse edeceğinin öğrenilmesiyle hayal kırıklığı yaratan ancak Abrams’ın dümenin başına geçmesi ve eski ekibin kilit oyuncularının yeni seriye adapte edilecek olmasıyla hem aksiyon anlamında hem de ruh katma babında başarılı bir iş ortaya koyulacağı görüşü ağırlık kazandı.
Star Trek sil baştan!
Bilimkurgu sinemasının uzay operası alt türünün Star Wars'la birlikte en uzun soluklu ve en popüler serisi Star Trek, 70'li yılların sonunda sinemaya transfer olarak arkası kesilmeyecek bir seriye dönüşmüştü. 1994’te yeni nesil adıyla bir seri daha çekildi ancak görselliği, efektleri, kadrosu kısacası baştan ayağa kusurlu bir seriydi bu. Bilimkurgu ve aksiyon sinemasının bugün en yetenekli isimlerinden biri olarak kabul ettiğimiz J.J. Abrams’ın 2009’da hikayeyi ilk kez en baştan anlatmayı denemesi ve önceki filmlere eskik olan aksiyonu zerk etmesiyle başarılı oldu. Star Trek’in birbirinden bağımsız hikayelerden oluşması onu türün en uzun serisine dönüştürdü. Beyazperde de 12 kez canlanan seri birkaç yıl içerisinde 13. filmiyle karşımızda olacak.
Alien evrenine can suyu
70’lerin sonunda başlayıp 1997‘de 4. filmiyle sonlanan Alien, 2000’lerde Predator’le karşı karşıya getirildi ama o proje tutmadı. Tıkanan devam filmlerini açmada hayli başarılı sonuçlar veren ön bölümler (prequel) Alien serisi için de can suyu anlamına geliyordu. Prometheus bu anlamda Alien’ın doğuşunu kafalarda soru işareti bırakmadan, Alien filmleriyle uzak düşmeden çeşitli referansları ve ilaveten felsefesiyle yeni neslin Alien filmi açlığını dindirebilecek kalitede bir filmdi. Şimdilerde Prometheus’un ikinci filmi için hazırlıklar başladı. Planet of the Apes, Star Trek gibi Alien da köklerine dönerek yeniden yapım ve devam filmi çağının en “ak” işleri oldular.
Mad Max’in tadı tuzu yok!
George Miller’ın 1979’da yarattığı ve ilk filmin başarısının ardından üçlemeye dönüşen Mad Max, post apokaliptik bilimkurguların en başarılı örneklerinden biri. Hatta bu alt türün örnek alınan başlıca serisi olduğunu söyleyebiliriz. Mel Gibson’ın varlığından da güç alan Mad Max, yoluna Gibson olmadan devam ediyor. Fury Road ve ardından çekilecek beşinci filmin kamera arkasında George Miller’ı göreceğiz ancak çok da heyecan yaratan bir haber değil bu. Mel Gibson’ın olmaması önemli bir etken fakat aslı sebep projenin zorlama kokması ve Mad Max dünyasının genişletilmeye pek uygun olmaması diye düşünüyorum.
Terminator şahlanabilir!
Zaman yolculuğu temasını makine-insan savaşı içerisinde eriten Terminator’de beklenen kıyameti yaşıyoruz artık. İlk üç filmin kaçmalı-kovalamacalı anlatısı, dördüncü filmle birlikte değişmiş, Arnold’un yokluğu doldurulmaya çalışılmış ve Cameron’un mavimtrak geleceği de değiştirilmişti ne yazık ki.. Yine de fena sonuç vermeyen dördüncü film Arni’nin dönüşüyle çöpe atılmış görünüyor. John Connor tekrar değişti. İkinci filmden sonra bir daha göremediğimiz Sarah Connor da yerini alacak Terminator: Genesis’te. Dördüncü filmde pas geçilen zaman yolculuğuna beşinci filmde yeniden başvurulacak. Gelen haberlere göre önceki filmlerle sıkı bir bağ kurulacak. Thor: The Dark World’de başarılı bir iş ortaya koyan Alan Taylor asıl sınavını bu filmle verecek.
Görünmez Kadın
Ralph Fiennes’ın hem yönetmen koltuğunda hem de başrolde izleyiciyle buluştuğu dönem filmi “The Invisible Woman”, “Görünmeyen Kadın” adıyla 9 Mayıs’ta gösterime giriyor...
Charles Dickens’ın büyük aşkı Nelly Ternan’ın yaşamını gözler önüne seriyor. İngiltere’nin büyük romancısı Dickens kırk beş yaşında, evli ve on çocuklu bir adam. Viktorya döneminin ahlak timsali, zamanının en büyük edebiyat “ikonu” Dickens, on sekizine yeni giren Nelly Ternan’a âşık oluyor. Büyük yazar Dickens duygusal olarak dengesiz, tutkulu, insanları yönetmeyi seven bir adam, Nelly ise “görünmez bir hayat” sürmeye mahkûm genç bir kadın...
Senaryosunu Claire Tomalin’in aynı adlı romanından, Steve McQueen’in “Shame”i ve “The Iron Lady”nin senaristi ile “The Hour” dizisinin yaratıcısı Abi Morgan’ın yazdığı filmin yönetmen koltuğunda Fiennes oturuyor... İlk yönetmenlik denemesine 2011’de Shakespeare uyarlaması “Coriolanus” ile imza atan Fiennes övgülerle karşılanmıştı... Yine uyarlamayı seçen usta oyuncu bu kez de viktoryen dönem draması denemesinde... Charles Dickens’ı canlandıran oyuncuya Felicity Jones, Kristin Scott Thomas, Tom Hollander, Joanna Scanlan, Perdita Weeks, Amanda Hale ve Tom Burke eşlik ediyor... İstanbul Film Festivali’nin Akbank Galaları bölümünden vizyona taşınan film, ilk gösterimini yaptığı Telluride Film Festival’inden bu yana festivallerin gediklisi konumunda... Çok iyi eleştiriler almayan, vasat bulunan film oscar adaylığı da getiren kostümleri ve usta aktörün kadrodan aldığı kusursuz performansla öne çıkıyor... Söz konusu büyük bir yazar olsa da, klasik bir konu ve sonu gelmez dönem filmlerinden biri daha... Viktoryen dönem deyince zaten içimizde artık kaçma isteği uyanıyorken, fragman durumu daha da hızlandırıyor... Eski dönemde bildik mevzular, sıkıcılık diz boyu belli... Biz almayalım ama alana da engel olmayalım...
TWD Sadist Sevgili Gibisin!
Evde dizi ve film keyfi yapmayı çok sevenler parmak kaldırsın!
Kocam ve ben tek kelimeyle bayılıyoruz. Değişik zamanlarda başlayan, biten çeşit çeşit yabancı dizimiz oldu şimdiye kadar, onları izlemek bizim için büyük zevk.
Bizim Türk dizileri malum, okul gibidir. Haziranda biter, eylülde yeniden başlar. Dokuz - on ay kesintisiz izlersin, sonra yaz tatiline girer, sonra eylülde yeniden.
Ama yabancı diziler öyle mi? Sezonların kaç bölüm olacağı belli olmadığı gibi, ne zaman ara
verecekleri, ne kadar süreyle tatil yapacakları da belli değildir. Daha doğrusu diziden diziye değişir. Sezon ortasında aylar boyu süren tatiller verirler, öyle ki sen o dizinin valığını unutursun. Ve aylar sonra ikinci yarısına başladığın sezon, daha sen içine girene, alışana kadar hoop tekrar bitiverir. Bu sefer sezon finalidir, yeni sezonu daha çoook beklersin!!
Oof of!
Tabii haksız değiller. Hem o çılgın prodüksiyonlar kolay çıkmıyor, hem de adamların oyuncusuna, çalışanına saygısı var, bizimkiler gibi kölelik düzeninde dizi çekmiyorlar.
Ama tabii bu arada olan bize oluyor!:)
Yukarıda da dediğim gibi, tam gaz izlerken çok sevdiğimiz bir dizimizi, hoop ara tatil. Sonra başlıyor ve hoop sezon finali! Hadi sonra beş bölüm daha verelim ve ana final yapalım!
Arkadaşım bir yavaş, bu bizdeki de kafa yani, biraz dengeli olun!
.. Ah Walking Dead Ah! ..
Kocamla en sevdiğimiz dizilerden biri The Walking Dead. Hatta taa ikinci sezondan sonra yazdığım The Walking Dead ve Bizim Haller adlı yazımı da okuyun mutlaka.
Neyse...
Sevgili Walking Dead, ne zaman olduğunu bile unuttuğum bir zamanda, tadını damağımızda bırakarak ara tatil verip, hafızalarımızdan yitip gitmişti. Hayır öyle tatiller veriyorlar ki, en sevdiğin dizi bile olsa, gerçekten varlığını unutuyorsun!
Ben de unutmuştum.
Ta ki geçenlerde kocam, "Walking Dead başlamış! Üstelik sekiz bölüm yapıp sezon tatiline bile girmiş tekrarrr!" diyene kadar!
Se-kiz bölümmm!
Ard arda izlemeye hazır koca sekiz bölüm birikmiş ve farkında değiliz!
Kocamın heyecanı görmeye değerdi ve tabii bu heyecan hemen bana da bulaştı.
"Oooh süpper! İyi ki de fark etmemişiz, şimdi ne güzel saydırırız hepsini!" dedim, büyük bir keyifle.
O sırada ben annemlerdeydim ve döner dönmez büyük keyifle ve coşkuyla - bir şampanya patlatmadığımız kaldı - kolları sıvayıp sevgili dizimizin başına çöreklendik.
Walking Dead hayranlarından benim gibi düşünenler oluyor mu bilmiyorum ama bana bu dizinin bölümleri çok çabuk bitiyormuş gibi geliyor. Kaç sezondur bunu düşünüyorum, şaşırıyorum. Süresi diğer dizilerle aynı (45 dk.) olmasına rağmen, başlamasıyla bitmesi bir oluyor sanki. Ben daha yirmi dakika falan vardır diye düşünürken, aaa o da ne, "çeviri: nazo bilmem kim..." yazıveriyor! Ah nasıl üzülüyorum o nazo'yu görünce...
"Çok heyecanlı, ondan sana çabuk bitiyormuş gibi geliyor" diyor kocam ama yok, daha ne heyecanlı diziler izledim, böyle olmuyordu.
Kurgusundan mıdır nedir, uçup gidiyor bölümler.
Hal böyle olunca, ne oldu?!
Aylardan sonra büyük heveslerle başına çöktüğümüz o uuuupuzun(!) sekiz bölümü anında kurutuverdik! :((
Zaten ilk iki bölüm olayları hatırlamakla, şöyle iyice bir içine girmekle geçti.
Sonraki bölümleri ise - süratle ve "Oof sen ne güzel dizisin, şahanesin, süpersin!" diye diye, nefesimizi tutarak izledik ve bir baktık sekizinci bölüm de bitiverdi ve daha ne olduğumuzu anlayamadan hooop kapı dışarı!
"Ekime kadar kapalıyız anacım, hadi şimdi git, sonbaharda yine gel!"
Ah ahh!
İşte bizim yabancı dizi kaderimiz.
Ömrümüz beklemekle, hasretle geçiyor.
Tam unuttuk, rahatız derken de, sadist sevgili gibi tekrar çıkageliyor, tüm keyfiyle kendini bize sunup, alıştırıp, en güzel yerinde yeniden basıp gidiyor!
Ağzımız açık bakalkalıyoruz.
İşte bu yüzden tamamen bitmiş dizilere başlamayı seviyorum ben. Kaç sezonsa hepsi oynasın bitsin, ana finalini yapsın, ben ondan sonra başlayayım o diziye.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)