24 Ağustos 2014 Pazar

Suistimal edildiğimiz iddialarına cevap radikalden

Her kesimden çıkan bir ton kendilerince buldukları mesnetleri savunma girişimi basında yer alıyor. şaka gibi, şu anda iki cumhur başkanı ve iki başbakanımız var diyenler de var. Anayasanın 101. maddesine göre başbaknlığı düşen RTE nin dokunulmazlığının kalmadığını iddia edenlerde mevcut. Hukuk ne diyor sorusuna aranılacak cevap ile bu iddialara yanıt vermeyi amaçladık.

Bugünkü muğlaklıktan çıkarılacak ilk ders, ileride benzer tartışmalar yaşanmaması ve cumhurbaşkanı ile cumhurbaşkanı seçilmiş başbakan veya parti başkanı arasında gerginliğin rejim krizine dönüşmemesi için, ilgili yasa maddelerinin bu tür fiili durum yaratacak yorumlara açık kapı bırakmayacak şekilde, son dakikayı beklemeden hemen düzeltilmesidir.

15 Ağustos tarihinde YSK tarafından cumhurbaşkanı seçildiği kesin biçimde ilan edilen ve mazbatası kendisine ve meclis başkanına teslim edilen Tayyip Erdoğan’ın milletvekilliğinin o gün son bulması ve parti üyeliğinden istifa etmesi yürürlükteki anayasanın 101. maddesinin açık hükmüdür. Bunun tersini, yasanın lafzı ile ruhu arasında kelime oyunlarıyla yorumlamaya çalışmak sadece hukuk hokkabazlığı anlamına gelir. Zaten öyle olmasaydı, başbakan makamını yemin törenine kadar işgal etmeye kararlı olduğu anlaşılan “seçilmiş cumhurbaşkanı”, kendisinin resmen seçildiğini ilan eden YSK kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasını altı günden beri engellemezdi. Yayımlamayı son ana kadar erteleyerek bir yetki suiistimalinde bulunmaz, bir yetki saptırmasıyla fiili durum yaratmazdı.

Erdoğan’ın kulağına fısıldanan ve belli ki pek hoşuna giden cin fikir, icra-iflas ya da tahliye davalarında pek sık kullanılan, tebligatı teslim almama ya da yanlış adres gösterme gibi yöntemlerle zaman kazanma hilelerine benziyor. Buna hukukta kanuna karşı hile adı verilir. Geçmişte bir iki örneğini “eski Türkiye’nin karanlık yıllarında, 90’larda görmüştük. Yürürlüğe girecek kanunun bir iki gün geç yayımlanması sağlanıp, bu arada birkaç işadamının eski yasanın avantajlarından son anda faydalanıp voli vurmaları sağlanmıştı. Şimdi yapılan buna benziyor.

Şunu hemen belirtelim. Alelacele, önü arkası düşünülmeden yürürlüğe girmiş olan cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesiyle ilgili yasa ve 1982 Anayasası’nın değişmeden kalan ilgili maddeleri, seçilmeyle göreve başlama arasında açık bir ayrım getiriyorlar. Bunu yaparken seçilmiş ama göreve başlamamış cumhurbaşkanının konumunu belirsiz bırakıyorlar. Bugün bazı çevrelerin Erdoğan’ın milletvekilliğinin 15 Ağustos’ta düşmüş olması fikrine heyecanla sahip çıkmalarının arkasında, bu durumda 15-28 Ağustos arası dokunulmazlığının kalkacağı iddiası ve bu fırsattan istifade bir şeyler yapılabilir mi arayışı olduğunu biliyoruz. Bu zihniyet de sorunun bir büyük parçası. Çünkü eğer Erdoğan’ın 15 Ağustos’ta cumhurbaşkanı seçildiği kesinleşmişse, göreve gelene kadar sıradan vatandaş olması için değil, artık cumhurbaşkanı sıfatına sahip olduğu için milletvekilliği düşecektir. Dolayısıyla cumhurbaşkanı dokunulmazlığının koruması altındadır. Eğer yasanın, YSK tarafından seçildiği ilan edilen kişinin milletvekili sıfatının düşmesini emrettiğini kabul ediyorsak, o kişinin göreve resmen başlamamış olsa dahi cumhurbaşkanı sıfatına sahip olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Yok değilse o zaman milletvekilliği de devam ediyordur. Bu iki durum dışında, bir üçüncü durum herhalde olamaz.

AKP hukukçuları içinde hukukla ilişkisini bütünüyle koparmamış olanlar, yasaların her iki yoruma da elverdiğini, bu durumda yorumun kanunun amacına uygun yönde yapılması gerektiğini belirtiyorlar. örneğin Osman Can, 1982 Anayasası’nın objektif amacının hükümetin düşmesini mümkün olduğunca zorlaştırmak, kurulması ve güvenoyu almasını kolaylaştırmak olduğunu belirterek, cumhurbaşkanı seçilen kişinin göreve başlayana kadar milletvekilliğinin, dolayısıyla hükümet başkanlığının ve ayrıca parti genel başkanlığının devam etmesinin, kanunun bu amacına en uygun yorum olduğunu iddia ediyor. Ne var ki Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten ve mazbatasını da YSK’dan aldıktan sonra, başında olduğu hükümetin düşecek olması kaçınılmaz bir olgu. Tartışma bunun on gün önce mi on gün sonra mı olacağına odaklı. Kanunun amacı herhalde bu denli ince ayarlar yapmak olmasa gerek!

Bugünkü muğlaklıktan çıkarılacak ilk ders, ileride benzer tartışmalar yaşanmaması ve cumhurbaşkanı ile cumhurbaşkanı seçilmiş başbakan veya parti başkanı arasında gerginliğin rejim krizine dönüşmemesi için, ilgili yasa maddelerinin bu tür fiili durum yaratacak yorumlara açık kapı bırakmayacak şekilde, son dakikayı beklemeden hemen düzeltilmesidir. Aslında haldeki yasa maddelerinin pek yoruma yer verecek muğlaklığı da yok ama güçlünün yarattığı fiili durumları da belli ki yasaların öngörmesi gerekiyor. Hele bu tür usül konularında bu daha büyük bir gereklilik. örneğin, uygulamanın bugünkü gibi yapılması isteniyorsa o zaman yasada seçilmiş kişinin cumhurbaşkanı olarak göreve başlayınca varsa milletvekilliğinin ve parti üyeliğinin sona erdiğinin belirtilmesi gerekir. Ya da seçildiğinde bunların sonra ermesi isteniyorsa, adayın seçildiğinin kesinleştiğinin nasıl belirlendiğinin açıkça tanımlanması gerekiyor. Bu yorum belirsizliği giderilmezse, gelecek cumhurbaşkanı seçiminde örneğin cumhurbaşkanının ve başbakanın yarışması halinde çıkacak büyük kargaşanın mahkemede ya da hastanede bitmesini hiçbir hukukçu yorumu engelleyemeyecektir.

Herkes biliyor ki Erdoğan’ın 28 Ağustos’a kadar başbakanlıktan ziyade elinde tutmak istediği esas güç parti genel başkanlığıdır. Dünyada eşi pek görülmemiş bir uygulamayla, partisinin olağanüstü kurultayını kendi yemin töreninden bir gün öncesi için toplayan, dün MYK toplantısına başkanlık edip kimin parti genel başkanı ve başbakan olacağı kararının alınmasını doğrudan yöneten Erdoğan, bunları yaparken gönlünde yatan partili cumhurbaşkanı konumunu fiilen uygulamış oluyor. Ama yaptığının kanunun lafzına bütünüyle aykırı olduğunu bildiği için de, kendisinin artık seçilmiş cumhurbaşkanı olduğunun resmen ilan edilmesini engelliyor. Sorun Erdoğan’ın yasayı yorumlama tarzından ziyade, bunu yaparken kullandığı yöntemdedir. YSK kararını yayımlatmamakla yetki saptırması yapıyor ve idari işlemi sakatlıyor.

Çok mu önemli, sonuçta ne değişecek diye düşünülebilir. Bir işe nasıl başlandığı, o işin nasıl sürdürüleceğinin işaretlerini verir. Yasayı kendi işine geldiği gibi yorumlarken, aynı zamanda bu yorumun hukuki sağlamlığına güvenmediğini ilan edercesine, seçim sonucunun Resmi Gazete’de yayımlanmasını günlerce erteletmek, elindeki yetkiyi saptırmak, önümüzdeki dönemde Erdoğan’ın anayasanın kendine verdiği yetkileri hangi cin fikirli yorum ve buna uygun uygulamalarla genişleteceğinin anlamlı bir ön işaretidir. Bundan böyle “hukuk kuralları amaca uygun bir şekilde uygulanmalıdır” gerekçesiyle, “1982 Anayasası’nın objektif amacı budur” diyerek Erdoğan’ın fiili başkanlık rejimi uygulamalarına bu anayasa içinde kılıf yaratılması da mümkündür. Evren ve Şahinkaya’nın, eğer dünyada olan biteni izleyecek durumdalarsa, “biz mahkum olduk ama eserimiz esas hedefine ulaşıyor” türünden karmaşık bir his içinde olacaklarını tahmin edebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder